DOĞU FELSEFESİ

1. Vedik Dönem ve Hindu Felsefesi (M.Ö. 1500 – M.Ö. 500)

Vedik dönem Hint düşüncesi, mutluluğu sadece fiziksel ya da dünyevi tatminle sınırlamaz; aksine ruhun, yani Atman’ın, evrensel ruh olan Brahman’la birleşmesiyle hakiki mutluluğun elde edileceğini savunur. Bu felsefeye göre insan yaşamının nihai amacı Moksha’dır; yani ruhun kurtuluşu ve yeniden doğuş döngüsünden (samsara) kurtularak ebedi özgürlüğe ulaşmasıdır. Bu süreçte bireyin hayatı boyunca iyi eylemlerde bulunarak karma biriktirmesi ve yaşamını dharma’ya uygun sürdürmesi önemlidir. Dharma; bireyin ahlaki ve toplumsal görevlerini ifade eder. Vedik geleneğin devamında Hindu felsefesi, çeşitli yollarla bu ruhsal mutluluğa ulaşmanın mümkün olduğunu savunur: Jnana Yoga (bilgelik yolu), Bhakti Yoga (sevgi ve ibadet yolu), Karma Yoga (eylem yolu) ve Raja Yoga (zihinsel disiplin yolu) bu yöntemler arasındadır. Dünyevi arzuların aşılması, öz disiplin, yoga ve meditasyonla zihni arındırmak, bireyi bu yüksek ruhsal mutluluğa ulaştıran başlıca araçlardır. Gerçek mutluluk, geçici hazlarda değil; ebedi olanla birleşmede aranmalıdır.

2. Budizm (M.Ö. 6. yüzyıl)

Budizm’in kurucusu Siddhartha Gautama (Buda), hayatın temelinde acı olduğunu (Dukkha) belirtmiş, bu acının kaynağını ise arzulara (tanha) bağlamıştır. Budizm’e göre insanlar geçici ve doyumsuz arzuların peşinden gittikçe gerçek huzurdan, dolayısıyla mutluluktan uzaklaşırlar. Mutluluğa ulaşmak için önce acının doğası anlaşılmalı, sonra bu acının kaynağı olan arzulardan vazgeçilmelidir. Bu öğreti Dört Yüce Hakikat (Dukkha, Dukkha’nın kaynağı, Dukkha’nın sona ermesi, ve bu sona ermenin yolu olan Sekiz Aşamalı Yol) şeklinde sistematize edilmiştir. Sekiz Aşamalı Asil Yol, doğru görüş, doğru niyet, doğru konuşma, doğru eylem, doğru geçim, doğru çaba, doğru farkındalık ve doğru yoğunlaşma ilkelerini içerir. Budist anlayışta mutluluk, Nirvana’ya ulaşmakla mümkün olur; yani kişinin acılardan ve benlik yanılsamasından kurtulmuş, tam bir uyanışa ermiş haliyle varoluşunu sürdürmesidir. Bu mutluluk, duyusal bir tatmin değil, tüm arzuların ve kibrin terk edildiği, zihinsel bir sükunet ve içsel özgürlüktür.

3. Konfüçyüsçülük (M.Ö. 6. yüzyıl)

Konfüçyüs (Kong Fuzi), Çin düşüncesinde özellikle ahlaki düzen, toplumsal denge ve kişisel görev bilinci üzerine yoğunlaşmıştır. Konfüçyüs’e göre birey ancak toplumun bir parçası olarak anlamlıdır ve mutluluk da kişinin toplumsal rollerini (evlat, ebeveyn, yönetici, vatandaş) hakkıyla yerine getirmesiyle doğar. Bu rol bilinci, bireyin kendi yerini bilmesi ve buna uygun şekilde yaşamasıyla gerçekleşir. Konfüçyüs felsefesinde Ren (insaniyet, merhamet), Li (ritüeller, toplumsal davranış kuralları) ve Yi (doğru olanı yapma bilgeliği) mutluluğun temel taşlarıdır. İnsan, başkalarıyla uyumlu yaşadıkça, erdemli bir karakter geliştirdikçe ve kendisini toplum içinde sorumlu bir birey olarak yetiştirdikçe gerçek mutluluğa ulaşır. Konfüçyüs’e göre mutluluk bireyin içine dönerek kendini keşfetmesinden değil, dışarıya dönerek görev ve sorumluluklarını yerine getirmesinden kaynaklanır. Bu, içsel bir ahlaki barış ile toplumsal uyumun birleştiği bir mutluluk anlayışıdır.

4. Taoizm (M.Ö. 4. yüzyıl)

Taoizm, Laozi’nin “Dao De Jing” adlı eseriyle sistemleşmiş, doğayla ve evrenin işleyişiyle uyumlu bir yaşamı öğütleyen mistik bir Çin düşüncesidir. Tao (ya da Dao), evrenin temel yasası ve her şeyin kaynağı olan gizemli ilkedir. Taoistlere göre mutluluk; doğanın akışına direnmeden, yapay müdahalelerden kaçınarak, yaşamı olduğu gibi kabul ederek elde edilir. “Wu wei” yani “eylemsizlikle eylem” ilkesi, zorlamadan, doğallık içinde davranmayı ifade eder. Birey kendi içindeki Tao’yu keşfettikçe iç huzura ulaşır. Bu anlayışta sade bir yaşam, aşırı isteklerden uzak durmak, doğayla uyumlu olmak esastır. Taoist mutluluk anlayışı, modern anlamda başarı ve zenginlikle ilgilenmez; bilakis müdahale etmemenin bilgeliği, boşluğun ve dinginliğin erdemi öne çıkar. Doğayla iç içe bir yaşam süren birey, kendi içsel doğasını da keşfeder ve bu sayede ruhsal huzura, gerçek mutluluğa erişir.

5. İslam Felsefesi ve Tasavvuf

1. Farabi (872–950)

Farabi, mutluluğu insanın en yüksek amacı olarak tanımlar ve bu amacın yalnızca bireysel bir huzurdan ibaret olmadığını, erdemli bir toplumda var olan toplumsal düzenle birlikte ele alınması gerektiğini savunur. Ona göre, mutluluk, bir kişinin ruhunun olgunlaşması ve aklın rehberliğinde hakikate ulaşmasıyla elde edilir. Farabi’nin mutluluk anlayışı, sadece bireysel bir başarıyı değil, aynı zamanda toplumsal bir huzuru hedefler. Bu bağlamda geliştirdiği “Medinetü’l Fazıla” (Erdemli Şehir) fikri, bireylerin bilgiyle, adaletle ve ortak iyilikle yaşadığı ideal bir toplumu tasvir eder. Farabi, bu toplumda mutluluğa ulaşmanın yolunun, insanın hem teorik hem de pratik hikmetle donanması gerektiğini belirtir. İnsan, teorik hikmeti öğrenerek doğruyu anlayacak ve pratik hikmeti uygulayarak bu bilgiyi hayatına geçirecektir. O, insanın nefsinin arzularına karşı akıl yoluyla mücadelesinin, mutluluğa ulaşmak için kaçınılmaz olduğunu vurgular. Farabi’nin felsefesinde, hem akıl hem de din birbirini tamamlayan yollar olarak kabul edilir; bu nedenle, hem akli hem dini öğretiler aracılığıyla hakikate ulaşılabileceğini savunur. Bu düşünüş biçimi, dinin ve felsefenin bir arada yürütülmesi gerektiğini gösteren bir yaklaşım sunar.

2. İbn Sina (980–1037)

İbn Sina, mutluluğun bedensel tatminlerle değil, ruhun akılla birleşmesiyle elde edileceğini savunur. Ona göre, ruhun ne kadar maddi dünyadan soyutlanıp saflaşması sağlanırsa, o kadar gerçek mutluluğa ulaşılabilir. İbn Sina’nın mutluluk anlayışı, derin bir entelektüel ve metafiziksel boyut taşır. Gerçek mutluluk, ruhun en yüksek akli faaliyeti olan faal akıl ile birleşmesinde gizlidir. Faaliyet, Tanrı’nın aklına, yani ilahi akla yakınlıkla sağlanır. Bu felsefi görüşte, insanın amacı, ruhunun saflaşması ve Tanrı ile olan ilişkisini, akıl ve hikmet aracılığıyla derinleştirmesidir. İbn Sina, insanın mutluluğa ulaşması için ahlaki erdemlerle nefsini terbiye etmesini, akıl yoluyla hikmeti aramasını önerir. Entelektüel anlamda yapılan bir yolculuk, bedensel tatminlerin geçici ve yetersiz olduğuna dair derin bir iç görü sağlar. Bu noktada, mutlu olmak isteyen birey, akıl yoluyla ruhunu saflaştırmalı ve Tanrı’ya yaklaşmak için en yüksek akıl düzeyine ulaşmalıdır. İbn Sina’nın mutluluk anlayışında, insanın entelektüel kapasitesinin yükseltilmesi, onun ruhsal olgunlaşmasının anahtarıdır.

3. Gazali (1058–1111)

Gazali’nin felsefi yolculuğu, başlangıçta akılcı sistemlere hayranlık duymasıyla başlasa da, zamanla aklın sınırlı olduğunu fark etmiş ve hakiki mutluluğa ulaşmanın sadece kalp ve ilahi sevgiyle mümkün olacağını savunmuştur. Gazali’ye göre saadet, sadece akıl ve bilgiyle değil, kalbin tasfiyesi, yani nefsin temizlenmesi ve Allah’a yönelmekle elde edilebilir. Onun mutluluk anlayışında, birey, önce kalbinin ve ruhunun saflaştırılması gerektiğini öğrenir. Gazali, Allah’a teslimiyetin, insanın en yüksek hedefi olduğunu belirtir ve bunun için tasavvuf yolunun takip edilmesini önerir. Ona göre gerçek mutluluğa ulaşmak için insan, içsel yolculuğunu yapmalı, ruhunu ve kalbini derin bir şekilde arındırmalıdır. Gazali, tasavvufu bir hayat tarzı olarak benimsemiş ve şeriat ile başlayan manevi yolculuğun, tarikatla derinleşip hakikate ulaşabileceğini ifade etmiştir. Şeriat, tasavvuf ve hakikat arasındaki bağ, mutluluğa giden yolda izlenecek önemli adımlardır. Gazali’nin felsefesinde, insanın mutluluğa ulaşması, kalbin ve nefsin doğru bir şekilde eğitilmesiyle mümkündür.

4. İbn Arabi (1165–1240)

İbn Arabi, tasavvufun metafizik derinliklerini temsil eden bir düşünür olarak, mutluluğu insanın Allah ile birliğinde bulmasını savunur. Onun “Vahdet-i Vücud” (Varlığın Birliği) öğretisi, evrende var olan her şeyin Allah’ın bir tecellisi olduğunu ileri sürer. İnsan, varlık olarak Allah’ın aynasıdır ve gerçek saadet, bu tecelliyi fark etmek ve Tanrı ile bir olmakla mümkündür. İbn Arabi, insanın mutluluğunu, dışsal kurallarla değil, içsel hakikatin farkına varmasıyla elde edeceğini savunur. Bu içsel yolculuk, insanın ilahi hakikate ulaşma arayışıdır. Aşk, bilgi ve keşif yolu, bireyi Allah’a yöneltir ve bu yönelim, gerçek huzurun ve mutluluğun kaynağıdır. İbn Arabi’nin öğretisinde, insanın dış dünyadaki herhangi bir arayışından çok, içsel bir keşif ve derin düşünce yoluyla mutluluğa ulaşması gerekmektedir. Allah’a yaklaşmak için insanın kalbi ve ruhu derinlemesine arınmalıdır ve içsel hakikatin farkına varıldığında, gerçek huzur ve mutluluk elde edilir.

5. Mevlânâ (1207–1273)

Mevlânâ Celaleddin Rumi, mutluluğu aşk ve kendini bilmek üzerinden tanımlar. Ona göre insanın özü, Allah’a duyduğu derin bir aşkla şekillenir ve gerçek mutluluk, bu aşkı yaşamakla mümkün olur. Mevlânâ, insanın benliğini terk etmesinin ve “nefsini bilmesi” gerektiğinin altını çizer. Gerçek mutluluk, Allah’a olan sevginin en saf haliyle yaşandığı ve benliğin yok olduğu anlarda bulunur. Mevlânâ’nın öğretilerinde, insanın kalbinde gizli olan mutluluğun, dış dünyadaki arayışlardan bağımsız olarak bulunduğu vurgulanır. O, mutluluğun dışsal dünyadan değil, insanın içsel yolculuğundan doğduğunu savunur. Semâ, şiir, musiki gibi ritüeller, ruhun Allah’a doğru yükselmesini sağlayan manevi araçlardır ve aşkın bir ifadesi olarak kullanılırlar. Mevlânâ, insanın içsel benliğini keşfetmesiyle, Allah’ı tanıyacağını ve bu farkındalıkla gerçek saadetini bulacağını öğretir. Onun felsefesinde, aşk, insanın Allah’a olan sevgiyle kendini aşmasının temel aracıdır.

6. Ebû Hâmid El-Ghazâlî’nin Teslimiyet Öğretisi (1058–1111)

Gazali’nin teslimiyet öğretisi, insanın gerçek mutluluğa ulaşmasının kalbini ve ruhunu saflaştırmakla mümkün olacağını savunur. Gazali, dışsal dünyanın arayışlarını terk ederek, insanın yalnızca içsel huzura yönelmesi gerektiğini öne sürer. O, kalbin Allah’a yönelmesi ve nefsin terbiye edilmesiyle insanın gerçek saadeti bulabileceğini ifade eder. Gazali’ye göre mutluluk, sadece dışsal dünyanın arayışlarından değil, kalbin derinliklerinden gelen bir huzur ve teslimiyetle elde edilebilir. Onun mutluluk anlayışında, insanın Allah’a teslimiyetinin, en yüksek huzuru ve tatmini getirdiği vurgulanır.

1. Vedik / Hindu Felsefesi

Rigveda:

“Ā no bhadrāḥ kratavo yantu viśvataḥ”
(Her yönden bize hayırlı düşünceler gelsin.)
Bu söz, zihnin saflaşması ve evrensel iyilik içinde mutluluğun temelini arar.

Bhagavad Gita – 2.47:

“Karmanye vadhikaraste ma phaleshu kadachana”
(Yalnızca eyleme hakkın vardır, sonucuna asla.)
Mutluluk, beklentiden değil; görev bilincinden doğar.

Upanişadlar:

“Ānando brahma iti vyajānāt”
(Brahman saf mutluluktur – bunu bilen, onu elde eder.)
Ruhun evrensel olanla birleşmesi, gerçek saadettir.

2. Budizm

Dhammapada – 290:

“Bir kişi, küçük bir mutluluktan vazgeçerek büyük bir mutluluğa ulaşabiliyorsa, bilge olan o küçük mutluluktan vazgeçer.”
Arzular geçicidir; Nirvana kalıcı huzurdur.

Buda’nın sözü:

“Mutluluk dışarıda aranmaz; içeride yaratılır.”
Bu söz, zihinsel dönüşümün önemini vurgular.

Dhammapada – 204:

“Sağlık en büyük armağandır. İç huzur en büyük zenginliktir. Sadakat en iyi ilişkidir. Nirvana en yüksek mutluluktur.”

3. Konfüçyüsçülük

Konfüçyüs – Lunyu (Analektler):

“İyilik yapmak insana mutluluk getirir. Gerçek bilgelik, erdemli olmaktır.”
Mutluluk erdemli eylemlerle gelir.

“Erdemli insan, kendisini değil, başkalarını düşünerek yaşar. Bu, hakiki neşeyi doğurur.”
Toplumsal uyum, kişisel mutluluğun temelidir.

“Mutluluk dışsal koşullarda değil; içsel ahlakta aranmalıdır.”

 4. Taoizm

Laozi – Dao De Jing:

“Zengin olan kişi çok şeye sahip olan değil, az şeye ihtiyaç duyan kişidir.”
Sadeliğin ve kanaatin huzuru öne çıkar.

“Doğayla uyum içinde yaşayan, Tao’yla bir olur ve sonsuz mutluluğa ulaşır.”
Zorlama olmaksızın yaşamak, mutluluğu getirir.

“Gerçekten bilen kişi konuşmaz; konuşan kişi gerçekten bilmez.”
Mutluluk, sessizlikte ve içsel bilgide saklıdır.

5. İslam Felsefesi ve Tasavvuf

Farabi:

“Mutluluk, ruhun yetkinliğe ulaşmasıdır.”
Akıl ve erdemle donanmış birey gerçek saadete ulaşır.

İbn Sina:

“Mutluluk, insanın kendisine en layık olan şeyi gerçekleştirmesiyle elde edilir: akıl yoluyla hakikate ulaşmak.”

Gazali:

“Gerçek saadet, kalbin Allah’a yönelmesindedir.”
Kalp temizliği ve teslimiyet, ruhsal mutluluğun kapısını açar.

İbn Arabi:

“Kendini bilen, Rabbini bilir.”
Mutluluk, varlığın özüne ulaşmakla mümkün olur.

Mevlânâ:

“Ey can! Her ne ararsan, kendinde ara.”
“Aşk ile yanmayan gönül, mâbede benzer; içi boş.”
Aşk ve içsel keşif, hakiki mutluluğun anahtarıdır.

TÜRK VE ANADOLU FİLOZOFLARI

1. Hilmi Ziya Ülken


Hilmi Ziya Ülken’e göre mutluluk, bireyin yalnızca kendisini değil, aynı zamanda yaşadığı toplumu anlaması ve bu anlayışla bütünleşmesidir. O, bireysel mutluluğun toplumsal gerçeklikten ayrılamayacağını savunur. Ona göre insan, kendi iç dünyasını geliştirerek, doğru değerlerle yoğrulmuş bir yaşam sürdüğünde gerçek huzura ulaşabilir. Bu doğrultuda, yalnızca maddi başarılar ya da bireysel hazlar değil, aynı zamanda ahlaki gelişim ve topluma katkı da mutluluğun vazgeçilmez koşullarıdır. Ülken, bireyin içsel gelişimi ile toplumsal yapının adaletli olması arasında güçlü bir bağ kurarak, bireysel saadetin ancak toplumsal düzenle desteklenebileceğini vurgular. Mutluluk, sadece içsel bir duygu durumu değil, insanın hayatı boyunca kendini gerçekleştirme sürecinde kazandığı bir olgunluk halidir.

2. Nurettin Topçu
Nurettin Topçu, mutluluğun temelini ahlaki olgunlukta ve manevi gelişimde arar. O, insanın ancak ruhsal anlamda yükselmesiyle ve vicdanını dinleyerek yaşamasıyla gerçek anlamda mutlu olabileceğini savunur. Mutluluğu arayan birey, yalnızca kendi çıkarlarını değil, başkalarının iyiliğini de düşünmelidir. Topçu’nun anlayışında, insanı mutlu eden şey, başkaları uğruna fedakârlık yapabilmesi, yüksek ideallere sahip olması ve bu idealler uğruna mücadele etmesidir. Ona göre gerçek özgürlük, bireyin kendi nefsini aşarak yüksek değerlere yönelmesiyle kazanılır. Dolayısıyla mutluluk, hazza değil, ruhi bir yükselişe dayanır. İnsanın iç dünyasında kurduğu ahlaki düzen, onun dış dünyayla barış içinde yaşamasını sağlar.

3. Takiyyettin Mengüşoğlu


Takiyyettin Mengüşoğlu, mutluluğu varoluşsal bir boyutta ele alarak insanın kendisini anlaması ve bu anlayış doğrultusunda eylemde bulunmasıyla ilişkilendirir. Ona göre mutluluk, soyut bir ideal değil, insanın hem bireysel hem de toplumsal yaşamında anlam arayışı içinde bulduğu bir varoluş biçimidir. Mengüşoğlu, insanın yalnızca dış dünyadaki koşullara değil, kendi içsel yapısına da odaklanması gerektiğini söyler. Ona göre ahlaki değerler, bilimsel düşünme biçimi ve toplumsal sorumluluk bilinci, gerçek mutluluğun elde edilmesinde temel taşlardır. İnsanın mutluluğu, kendi varlığını anlamlı kılmasıyla mümkün olur ve bu da düşünce, bilinç ve etik temellere dayalı bir yaşamla gerçekleşebilir.

4. Mermi Uygur


Mermi Uygur, mutluluğu hem bireysel hem de toplumsal bir sorun olarak değerlendirir. O, bireyin kendi iç dünyasında bir denge kurmasının yanı sıra, toplumsal yaşamda da adaletin ve eşitliğin tesis edilmesini mutluluğun koşulu olarak görür. Uygur’a göre, insanın ruhsal gelişimi yalnız başına yeterli değildir; bu gelişimin anlamlı olabilmesi için toplumsal yapının da bireyin içsel değerlerine uygun bir düzen sunması gerekir. Bu bağlamda mutluluk, bireyin içsel huzurunun ve toplumdaki adil düzenin kesişim noktasında yer alır. İnsan, kendine ve başkalarına karşı sorumluluk duygusuyla hareket ettiğinde ve yaşamını anlamlandırabildiğinde mutlu olabilir.

5. Mübahat Türker Küyel,


Mübahat Türker Küyel, mutluluğu insanın kendilik bilincini kazanması ve bu bilinç doğrultusunda ahlaki değerlerle uyumlu bir yaşam sürdürmesinde görür. Ona göre insan, kendi doğasına uygun yaşadığında ve varoluşunu derinlemesine sorguladığında gerçek anlamda bir doyuma ulaşabilir. Küyel’in felsefesinde mutluluk, bireyin kendisini tanıması, içsel dünyasını disipline etmesi ve yaşamında etik değerleri esas almasıyla oluşur. Bireyin, toplum içinde yerini bilinçli bir şekilde alması, sorumluluklarını üstlenmesi ve değerli bir varlık olduğunu fark etmesi onun hem içsel huzurunu hem de yaşama katılımını arttırır. Bu açıdan bakıldığında mutluluk, bireyin varoluşsal ve etik gelişimiyle birlikte şekillenen bir bilinç durumudur.

6. Teoman Duralı,


Teoman Duralı’ya göre mutluluk, insanın hem ruhsal hem de fiziksel yönlerini dengede tutarak kendisini gerçekleştirmesiyle elde edilir. O, insanın düşünsel yetilerini kullanarak anlamlı hedefler belirlemesi ve bu hedeflere ulaşmak için irade göstermesi gerektiğini vurgular. Duralı, insanın özgürlüğünü yalnızca dışsal baskılardan arınmak olarak değil, aynı zamanda ahlaki bir sorumluluk içinde karar alabilme ve bu kararları uygulayabilme gücü olarak tanımlar. Mutluluk, insanın iç dünyasındaki karmaşaları çözerek varoluşunu anlamlandırması, yaşamını bilinçli tercihlerle kurması ve bu sürecin sonunda ruhsal bir olgunluğa erişmesiyle mümkündür. Ona göre, bireysel gelişim ve toplumsal görev bilinci birlikte yürütüldüğünde insan gerçek huzura ulaşır.

7. İonna Kuçuradi


İonna Kuçuradi, mutluluğu etik bir yaşamla doğrudan ilişkilendirir ve bu bağlamda insan haklarına dayalı bir değerler sistemi üzerinde durur. Ona göre, insan, hem kendisine hem de başkalarına karşı adil ve sorumlu davranışlar sergileyerek gerçek mutluluğa ulaşabilir. Kuçuradi için mutluluk, sadece bireyin öznel bir huzur hali değildir; aynı zamanda insanın özgürlüğünü, onurunu ve yaşam anlamını koruyarak yaşamasıdır. O, etik değerlerin birey yaşamında temel bir referans olarak benimsenmesini, bireyin hem içsel bütünlüğünü sağlaması hem de toplumsal ilişkilerde adil davranabilmesi açısından yaşamsal bulur. Bu doğrultuda, mutluluk bireysel farkındalık, etik duruş ve toplumsal adalet ilkeleriyle şekillenen bir varoluş biçimidir.

8. Doğan Özlem


Doğan Özlem’in mutluluk anlayışı, bireyin kendi özünü anlaması ve toplumsal yapıyla sağlıklı bir bağ kurabilmesi üzerinden şekillenir. Ona göre mutluluk, bireyin kendisini özgürce ifade edebildiği, toplum içinde hak ettiği yeri bulabildiği ve içsel uyumla toplumsal eşitliği bağdaştırabildiği bir durumdur. Özlem, bireysel mutluluğun, bireyin dünyayla kurduğu anlamlı ilişkilerle ve toplumsal sorumluluklarının farkında olarak yaşamasıyla kazanılabileceğini savunur. Mutluluk, insanın yalnızca kendisi için değil, toplum için de değer üretmesinde; toplumsal adalete ve kültürel gelişime katkıda bulunmasında ortaya çıkar. Bu nedenle mutluluk, yalnızca bireysel iç huzur değil, aynı zamanda sosyal duyarlılıkla zenginleşen bir yaşama biçimidir.

9. Uluğ Nutku


Uluğ Nutku’ya göre mutluluk, akıl ve erdemin rehberliğinde inşa edilen bir yaşamın doğal sonucudur. O, bireyin içsel dünyasını geliştirmesi, kendisini tanıması ve bilgiyle donatması gerektiğini vurgular. Nutku, insanın kendi özünü tanıma sürecinde aklını kullanmasının, yaşamına yön veren temel ilkelerden biri olması gerektiğini düşünür. Mutluluk, insanın varoluşsal anlamda kendisiyle ve toplumla uyumlu yaşamasıdır. Ona göre birey, ancak doğru bilgiyle donanmış, etik sorumluluklarını yerine getiren ve yaşamının anlamını kavramışsa mutluluğa ulaşabilir. Bu anlayışta mutluluk, içsel bir aydınlanma ve toplumsal düzen içindeki yerini kavrayarak bu düzende aktif bir rol üstlenme bilincidir.

10. Betül Çotuksöken


Betül Çotuksöken, mutluluğu insanın iç dünyasında ve dış dünyayla olan ilişkilerinde kurduğu dengede arar. Ona göre insan, kendi yaşam tarzını ve değer sistemini bilinçli bir biçimde belirlemeli, bu sistem içerisinde etik ilkelerle uyumlu bir biçimde yaşamayı ilke edinmelidir. Mutluluk, bireyin sadece içsel huzur bulması değil, aynı zamanda toplumla olan ilişkilerinde adalet, saygı ve hakça bir yaşamı savunmasıyla mümkündür. Çotuksöken’e göre gerçek mutluluk, insanın kendi düşünsel ve ahlaki kapasitesini geliştirmesiyle, yaşamın anlamını kavramasıyla ve bu anlamı günlük yaşamına taşımasıyla ortaya çıkar. Toplumsal adaletin sağlanması, bireysel hakların korunması ve insanın özgürlük içinde kendini gerçekleştirebilmesi, mutluluğun temel yapı taşlarıdır.

11. Ahmet Arslan


Ahmet Arslan, mutluluğu bireyin kendi iç dünyasıyla barışık olması, kendisini tanıması ve yaşamını bu tanıma doğrultusunda yönlendirmesiyle ilişkilendirir. O, insanın kendine dürüst olması gerektiğini, içsel değerlerini tanıyarak bu değerlere uygun bir yaşam kurmasının mutluluğun ön koşulu olduğunu savunur. Arslan’a göre, birey ancak varoluşunu sorguladığında ve yaşamına bilinçli bir yön verdiğinde doyum sağlayabilir. Bunun yanında toplumsal yaşamda adaletin ve insan haklarının tesisi de bireyin içsel huzurunu güçlendirir. Bu nedenle, mutluluk hem kişisel bir ahlaki olgunluk hem de adaletli bir toplumsal düzenle bütünleştiğinde anlam kazanır. Birey ve toplum arasındaki bu denge, Arslan’ın mutluluk felsefesinin merkezinde yer alır.

12. Macit Gökberk


Macit Gökberk’e göre mutluluk, bireyin kültürel ve düşünsel bir olgunluk düzeyine erişmesiyle mümkündür. Ona göre insan, felsefi düşünceyle kendisini geliştirir, yaşamın anlamını sorgular ve bu sorgulamanın sonucunda içsel bir doyuma ulaşır. Gökberk, bireyin kendi düşünce dünyasını oluşturması, özgürce düşünebilmesi ve kendini ifade edebilmesi gerektiğini vurgular. Bu anlamda mutluluk, insanın bilinçli bir varlık olarak kendini tanıması, toplumla olan ilişkilerini sorumluluk temelinde inşa etmesi ve entelektüel bir gelişim göstermesiyle elde edilir. Kültür ve düşünce, mutluluğun hem bireysel hem de toplumsal temellerini oluşturur. Gökberk’in anlayışında mutluluk, yalnızca hazza değil; derin düşünmeye, anlamlı yaşama ve bilinçli seçimlere dayanır.

13. Hasan Âli Yücel


Hasan Âli Yücel’in mutluluk anlayışı, eğitimin ve kültürel gelişimin birey yaşamındaki merkezi rolüne dayanır. Yücel’e göre insan, eğitim aracılığıyla kendisini hem zihinsel hem de ahlaki olarak geliştirir; bu gelişim süreci onun içsel huzuruna katkıda bulunur. Eğitimli birey, hem kendi potansiyelini gerçekleştirme fırsatı bulur hem de toplum içinde anlamlı bir yer edinir. Yücel, mutluluğun yalnızca bireysel bir hedef değil, aynı zamanda toplumsal bir sorumluluk olduğunu savunur. Kültürle iç içe geçmiş bir eğitim, insanın yaşamını zenginleştirir, düşünme becerisini geliştirir ve empati yetisini arttırır. Bu bağlamda, mutluluk bireyin sadece kendisine değil, içinde yaşadığı topluma da değer katabildiği, bilinçli ve uyumlu bir yaşam sürdürmesidir.

14. Ahmet İnam


Ahmet İnam, mutluluğu insanın içsel huzurunu bulması, varoluşunu derinlemesine sorgulaması ve yaşamını anlamlı kılmasıyla ilişkilendirir. Ona göre birey, kendi iç sesini dinlemeli, manevi değerlerini tanımalı ve bu değerler doğrultusunda hayatını inşa etmelidir. İnam, felsefi düşünmenin insanın mutluluk arayışındaki en önemli araçlardan biri olduğunu belirtir. İnsan, kendisini ve dünyayı anlamaya çalıştıkça, yaşamdaki yerini daha iyi kavrar ve bu kavrayışla birlikte içsel bir dengeye ulaşır. Ahlaki sorumluluk, içsel olgunluk ve dış dünyayla uyum içinde yaşama arzusu, onun mutluluk anlayışının temel taşlarını oluşturur. Mutluluk, İnam’a göre, ne yalnızca bir duygu ne de yalnızca bir düşüncedir; o, insanın yaşamla kurduğu derin bağın sonucudur.

15. Afşar Timuçin


Afşar Timuçin, mutluluğu insanın kendini tanıması, yaşamına anlam kazandırması ve doğru bir yaşam biçimi seçmesiyle elde edebileceği bir değer olarak görür. Ona göre insan, içsel gelişimini sürdürdükçe, ruhsal dinginliğe ulaşır ve çevresiyle daha sağlıklı ilişkiler kurar. Timuçin, mutluluğu bireysel bir hedef olarak görmekle birlikte, bu hedefin toplumsal koşullarla da yakından ilişkili olduğunu belirtir. Toplumsal adaletin sağlanmadığı bir ortamda bireyin kalıcı bir mutluluk yaşaması mümkün değildir. Bu nedenle, bireysel hakların korunması, özgürlüklerin teminat altına alınması ve eşitliğin tesis edilmesi, mutluluğun sosyal boyutunu oluşturur. Timuçin’e göre, mutlu birey hem içsel huzura sahiptir hem de yaşadığı dünyaya duyarlıdır.

16. Cemal Yıldırım


Cemal Yıldırım, mutluluğu bireyin hem içsel dünyasında uyum yakalaması hem de toplumsal yaşamda sorumluluklarını yerine getirmesiyle açıklamaya çalışır. Ona göre mutluluk, insanın yaşamını kendi değerleri ve ilkeleri doğrultusunda kurması, bu ilkelerle tutarlı bir yaşam sürdürmesidir. Birey, düşünsel olarak olgunlaştığında, etik ilkeleri benimsediğinde ve bu değerleri eylemlerine yansıttığında gerçek bir mutluluğa ulaşabilir. Yıldırım için mutluluk, yalnızca bireyin kendisini tatmin etmesi değil, aynı zamanda topluma katkıda bulunması ve bu katkının bilincinde olmasıdır. Ahlaki sorumluluk duygusu, içsel uyum ve toplumsal katkı, onun mutluluk anlayışında bir bütünlük oluşturur. Böylece birey, hem kendi varlığını anlamlandırır hem de içinde bulunduğu toplumda yapıcı bir rol üstlenerek doyuma ulaşır.