1. Sokrates (MÖ 469–399)

Dünyada kötüler kazanır iyiler değil
Gerçekte iyiler kazanır kötüler değil
Kazanmak için her yol bizlere mubah değil
Kaybetmekte doğuşum olur ölümüm değil(Sokrates)

Sokrates, Batı felsefesinin kurucu isimlerinden biridir ve felsefeyi günlük yaşamla doğrudan ilişkilendirmiştir. Ona göre felsefe, insanın nasıl yaşaması gerektiğini sorgulayan bir etkinliktir ve bu bağlamda mutluluk da felsefenin temel meselelerinden biridir. Sokrates’e göre mutluluk, ruhun sağlığına, yani erdemli olmasına bağlıdır. Erdem ise bilgiyle iç içedir. İnsanın ahlaki doğruları bilmesi, ona uygun davranmasını sağlar. Dolayısıyla bilgeliğe ulaşan bir kişi, aynı zamanda erdeme ulaşır ve bu da mutluluğu getirir.

Sokrates’in “Kimse bilerek kötülük yapmaz” sözü, onun bilgi anlayışını özetler. Bir kişi gerçekten neyin iyi olduğunu biliyorsa, kötü olanı yapmaz; çünkü kötülük yapmak, insan doğasına aykırıdır ve kişiyi mutsuz eder. İnsan ne zaman ki neyin iyi olduğunu yanlış anlar, o zaman hatalı davranışlarda bulunur. Bu nedenle bilgi, mutluluğun temel koşuludur.

Sokrates ayrıca ruhun, bedenin arzularına karşı üstün tutulması gerektiğini savunur. Bedenin hazları geçicidir; oysa ruhun ihtiyaçları daha kalıcı ve değerlidir. Gerçek mutluluk, içsel bir iyilik hâlidir ve kişinin kendi iç dünyasında huzur bulmasıyla ilgilidir. Bu huzur da yalnızca erdemli bir yaşamla elde edilir. Sokrates’in amacı insanlara bilgi öğretmekten çok, onları düşündürerek kendi içlerinde bilgiye ulaşmalarını sağlamaktır. Bu nedenle diyalog ve sorgulama yöntemlerini (Sokratik yöntem) kullanmıştır. Ona göre felsefe yapmak, kendini tanımak ve buna uygun yaşamaktır; ve bu, mutlu bir yaşamın da temelidir.

Eğer istediğin olmazsa acı çekersin, eğer istemediğin bir şey olursa yine acı çekersin, hatta istediğin şey tam olarak olsa da yine acı çekersin çünkü onu kaybetme riskin vardır. …

sokrates

2. Platon (MÖ 427–347)

Platon, Sokrates’in öğrencisi ve idealist felsefenin kurucusudur. Onun mutluluk anlayışı, hem bireysel ruhun yapısı hem de evrensel gerçeklik hakkındaki metafizik düşüncelerine dayanır. Platon’a göre insan ruhu üç bölümden oluşur: akıl (logistikon), irade ya da yürek (thymos), ve istek (epithymia). Mutlu olmak için bu üç parçanın uyum içinde çalışması gerekir. Akıl yönetici olmalı, irade akla destek vermeli ve istekler dizginlenmelidir. Bu içsel uyumun adı “adalet”tir ve bireyin ruhsal sağlığıyla doğrudan ilişkilidir.

Platon, aynı zamanda mutluluğu idealar dünyasıyla ilişkilendirir. Ona göre bu fiziksel dünya geçici ve yanıltıcıdır; gerçek bilgi, değişmeyen ve sonsuz olan idealar dünyasında bulunur. İdealar arasında en yüce olanı “İyilik ideası”dır. Bir insan ancak bu en yüce iyiliği anlayıp ona göre yaşamaya çalışırsa gerçek mutluluğa ulaşabilir. Bu nedenle Platon’un mutluluk anlayışı sadece bireysel uyum değil, aynı zamanda metafizik bir yönelimi de içerir.

Platon’un “Devlet” adlı eserinde, ideal toplum düzeni de bu ruh modeliyle paralellik gösterir: Akıllı olanlar (filozoflar) yönetmeli, cesur olanlar (askerler) korumalı ve iştahlı olanlar (çiftçiler, zanaatkârlar) üretmelidir. Toplumda adalet varsa, bireyler de ruhsal olarak dengededir ve böylece mutluluk sağlanabilir. Yani bireysel mutluluk ile toplumsal düzen birbirine bağlıdır.

Platon’a göre mutluluk, sadece zevk ya da haz gibi kısa süreli duygularla ilişkili değildir. Aksine, ruhun en yüksek hakikate, yani iyilik ideasına ulaşması ve ona göre yaşaması ile ilgilidir. Bu anlayış, onu günümüz mutluluk anlayışlarından oldukça farklı bir yere koyar.

3. Aristoteles (MÖ 384–322)

  • Akıllı insan düşündüğü her şeyi söylemez, fakat söyleyeceği her şeyi düşünerek söyler.(Aristoteles)

Platon’un öğrencisi Aristoteles, felsefede daha deneysel ve gözleme dayalı bir yol izler. Onun mutluluk anlayışı da insan doğasını esas alan kapsamlı bir etiğe dayanır. Aristoteles’e göre her şey bir amaç doğrultusunda hareket eder. İnsan için bu en yüce amaç, eudaimonia’dır; genellikle “mutluluk” ya da “iyi yaşam” olarak çevrilse de aslında “ruhun gelişerek kendi doğasına uygun yaşaması” anlamına gelir.

Aristoteles, mutluluğun sadece bir duygu ya da geçici bir haz olmadığını vurgular. Mutluluk, yaşam boyu süren bir etkinliktir. İnsanın doğasına özgü olan, akıl kullanımıdır; dolayısıyla insan aklını en iyi şekilde kullandığında, erdemli davranışlar geliştirdiğinde ve bu erdemleri alışkanlık haline getirdiğinde gerçek mutluluğa ulaşır. Erdemler ikiye ayrılır: düşünsel erdemler (bilgelik, kavrayış gibi) ve ahlaki erdemler (cesaret, ölçülülük, cömertlik gibi). Ahlaki erdemler, aşırılıklardan kaçınıp “orta yol”u bulmakla elde edilir. Örneğin, cesaret korkaklık ile delilik arasında bir dengedir.

Mutluluk ayrıca kendi başına seçilen, başka hiçbir şey için değil, kendi için istenen bir şeydir. İnsanlar sağlık, zenginlik ya da başarı gibi şeyleri genellikle mutluluğa ulaşmak için isterler. Ancak mutluluk, bu araçlardan bağımsız olarak kendi başına bir amaçtır.

Aristoteles ayrıca iyi bir yaşamın toplum içinde mümkün olduğunu savunur. İyi dostluklar, erdemli bir siyasal düzen ve kültürel gelişim de mutluluğun bileşenleridir. Kısacası Aristoteles için mutluluk, insan doğasına uygun şekilde aklını ve erdemlerini gerçekleştiren, dengeli ve topluma entegre bir yaşamın ürünüdür.

4. Kinikler – Antisthenes ve Diyojen (MÖ 4. yüzyıl)

Kinik felsefe, Sokrates’in öğrencisi Antisthenes tarafından başlatılmış ve en uç noktasına Diyojen ile ulaşmıştır. Bu akımın temelinde doğaya uygun yaşamak fikri yatar. Kiniklere göre gerçek mutluluk, toplumun yapay, gösterişli ve bozulmuş değerlerinden uzak durarak; sade, doğal ve kendine yeten bir yaşam sürmekle elde edilir. İnsanları mutsuz eden şeyler, onların hazza düşkünlükleri, zenginlik arzuları ve sosyal statü gibi dışsal etkenlere bağımlı olmalarıdır.

Diyojen’in hayatı, bu felsefenin bir tür canlı örneğidir. Her türlü mal mülkü, konforu ve toplumsal normu reddetmiş, bir fıçıda yaşamış ve köpeksi bir sadelikle yaşamını sürdürmüştür. Ona göre gerçek erdem, doğaya uygun yaşamda saklıdır ve bu yaşam biçimi kişiyi özgür kılar. Toplumun dayattığı sahte mutluluk imgeleri, insanın doğasına aykırıdır ve bireyi mutsuzluğa mahkûm eder.

Kinik felsefede mutluluk; hazlardan, tutkudan, ihtiyaçlardan ve bağımlılıklardan arınmış bir ruh durumudur. Asıl önemli olan, içsel özgürlük ve otarkidir (kendi kendine yetme). Dış koşullar ne olursa olsun, kişi kendi doğasına sadık kaldıkça mutlu olabilir. Bu yönüyle Kinikler, günümüzde de sade yaşam felsefesine ilham vermektedirler.

5. Epiküros (MÖ 341–270)

Epiküros, mutluluğun merkezine “haz” kavramını koyar; fakat onun haz anlayışı, sanılanın aksine aşırı zevk arayışı değildir. Epiküros’a göre gerçek mutluluk, ruhun dinginliği (ataraksia) ve bedenin acıdan uzak olmasıdır. Bu iki durumu sağladığınızda, hazza ulaşmış olursunuz. Ancak burada söz konusu olan haz, kısa süreli hazlar değil; akılcı bir yaşamla sürdürülebilir, dengeli bir zevk alma biçimidir.

Epiküros, hazları üçe ayırır:

  • Doğal ve zorunlu hazlar (yemek, barınma gibi),
  • Doğal ama zorunlu olmayan hazlar (lüks yiyecekler gibi),
  • Ne doğal ne de zorunlu hazlar (şöhret, güç, zenginlik).

Ona göre insan yalnızca birinci gruptaki hazlara yönelmelidir; çünkü diğerleri insanı bağımlı yapar ve mutluluk yerine kaygı getirir. Dolayısıyla Epiküros için mutluluk, ölçülülükle, dostlukla, özgürlükle ve felsefi düşünmeyle beslenen sade bir yaşamda gizlidir. Ayrıca ölüm korkusunun da mutluluğun önündeki büyük bir engel olduğunu düşünür ve “ölüm geldiğinde biz yokuz, biz varken ölüm yoktur” diyerek insanı teselli eder.

Epiküros’un kurduğu “Bahçe” okulu, kadın ve köleleri de felsefeye dahil etmesiyle dönemin ilerici anlayışına örnek teşkil etmiştir. Onun için felsefe, kuru bir bilgi değil, mutluluğa ulaşmanın rehberidir.

6. Stoacılar – Zenon, Epiktetos, Marcus Aurelius (MÖ 3. yüzyıl ve sonrası)

Stoacılık, çok güçlü bir içsel disiplin ve akıl temelli bir mutluluk anlayışı sunar. Stoacılara göre mutluluk, doğaya ve evrensel akla (logos) uygun bir yaşamla elde edilir. Bu anlayışta insanın başına gelen olaylar değil, bu olaylara verdiği tepkiler önemlidir. Gerçek mutluluk, yalnızca kontrolümüzde olan şeylere odaklanmakla mümkündür.

Stoacılığın temel kavramlarından biri apatheiadır; bu, tutkuların köleleştirici etkisinden kurtulmuş bir zihin hâlidir. Tutkular, doğaya aykırı olan aşırı duygulardır ve insanı mutsuzluğa sürükler. Apatheia, duygusuzluk değil; duygulara hâkim olabilmektir.

Bir diğer kavram kathekon, yani “doğru eylem”dir. Stoacı birey, görev duygusuyla ve akla uygun şekilde yaşar. Mutluluğu dışsal etkenlerde değil, kendi ruhsal bütünlüğünde ve erdemli yaşamda bulur. Epiktetos bir köleydi, ama özgür bir ruh taşıyordu. Marcus Aurelius ise bir imparatordu, ama dünyaya değil kendine hükmetmeyi daha değerli görüyordu. Bu zıt örnekler, Stoacılığın toplumsal statüden bağımsız olduğunu gösterir.

Stoacılar için mutluluk, bir tür kaderle uzlaşmadır (amor fati). Hayat ne getirirse getirsin, ona direnmeden, onu anlayarak ve erdemli biçimde yaşamak gerekir. Bu nedenle Stoacılık, hem bireysel ruh sağlığı hem de etik yaşam için oldukça güçlü bir rehber sunar.

“Yarın bambaşka bir insan olacağım diyorsun. Niçin bugünden başlamıyorsun?” Epiktetos


7. Michel de Montaigne (1533–1592)

Rönesans dönemi düşünürü Montaigne, denemeleriyle bireyin iç dünyasını felsefenin odağına yerleştirmiştir. Ona göre mutluluk, insanın kendisini tanıması, kendi doğasına uygun yaşaması ve ölçülü zevklerle hayatı sürdürmesidir. “Kendini bil” ilkesi onun düşüncesinde çok merkezîdir. Felsefe, soyut tartışmalar değil, doğrudan yaşamla ilgili bir etkinliktir.

Montaigne’e göre insanın mutluluğu dışsal başarılar, şöhret ya da servet gibi şeylerle değil, iç huzurla ilgilidir. Yaşamın kısa ve geçici olduğunu kabul eden Montaigne, bu farkındalıkla yaşamanın insanı daha sade, daha bilinçli ve daha mutlu kılacağını savunur. Ona göre insanlar çoğu zaman mutsuzluğu, başkalarının beklentilerine göre yaşadıkları için tecrübe ederler.

Yaşamın küçük zevklerinden utanmadan, ama aşırılığa kaçmadan yararlanmak gerekir. Montaigne için mutluluk bir başarı değil, bir uyum hâlidir: Kendiyle barışık olmak, doğayla, zamanla ve sonlulukla dostluk kurmak. Bu yönüyle Montaigne, modern bireysel mutluluk anlayışının öncüsüdür.

Montaigne, yaşamı boyunca bir yazar olmaktan çok bir devlet adamı olarak hayranlık uyandırdı.





8. John Locke (1632–1704)

John Locke’un mutluluk anlayışı, hem bireysel haklar hem de deneyimci felsefe çerçevesinde şekillenir. Ona göre insan zihni doğuştan boş bir levhadır (tabula rasa) ve bilgiler deneyim yoluyla kazanılır. Bu bilgi anlayışı, mutluluğun da deneyimlenen yaşam yoluyla anlaşılabileceği fikrine uzanır. Locke’a göre insanlar doğaları gereği haz arar ve acıdan kaçınmak isterler; bu yüzden mutluluk, en temelde haz veren şeylere yönelmek ve acıdan uzak durmakla sağlanır.

Ancak Locke’un haz anlayışı, yalnızca bireysel değil, toplumsal bir dengede anlam kazanır. Mutluluk, yalnızca bireyin çıkarlarına göre değil; başkalarının da haklarını gözeterek, özgürlük ve mülkiyet gibi temel hakların güvence altına alındığı bir toplumda gerçekleşebilir. Toplumsal sözleşme anlayışıyla, bireyin özgürlüklerini devlete karşı koruyan Locke, adaletli ve özgür bir ortamda bireylerin daha mutlu olabileceğini savunur.

Mutluluk, ona göre yalnızca bir hedef değil, aklın rehberliğinde yapılan tercihlerin sonucudur. İnsan, neyin kalıcı haz getireceğini ancak akıl yoluyla belirleyebilir. Dolayısıyla düşünülmeden yaşanan hazlar, gerçek mutluluk getirmez. Locke’un düşüncesi, hem liberal siyasal düzenin temellerini oluşturur hem de birey merkezli bir mutluluk anlayışını meşrulaştırır.

9. Immanuel Kant (1724–1804)

Kant’a göre mutluluk, ahlaki eylemle doğrudan özdeşleştirilemez. Mutluluğu, kişinin tüm arzularının ve eğilimlerinin tatmin edildiği bir ideal durum olarak tanımlar; ancak bu duruma ulaşmak, akıl tarafından kesin biçimde yönlendirilemez. Çünkü insanlar neyin onları gerçekten mutlu edeceğini çoğu zaman bilmezler. Bu nedenle Kant, mutluluğu kesin bir ilke hâline getirmeyi reddeder.

Asıl önemli olan, ahlak yasasına uygun şekilde davranmaktır. Kant’a göre yalnızca “iyi niyet” içeren eylemler ahlaki değere sahiptir. Yani bir kişi, sonucunu düşünmeksizin sadece görev olduğu için doğru olanı yapıyorsa bu eylem erdemlidir. Bu çerçevede erdemli yaşamak, mutluluğun amacı değil; zorunlu yoludur. Mutluluk ise bu erdemli yaşamın mümkün bir sonucu olabilir ama garanti değildir.

Kant için en yüksek iyilik (summum bonum), erdem ve mutluluğun bir arada bulunduğu idealdir. Ancak bu ideal, yeryüzünde tam anlamıyla gerçekleşmeyebilir; bu nedenle ahlaki sistemin tamlığı için Tanrı’ya ve ölümsüz bir ruha inanma ihtiyacı doğar. Kant’ın bu yaklaşımı, mutluluğu bireysel arzuların değil, evrensel aklın ve ahlaki yasanın çerçevesine oturtur

Mutluluk mantıksal bir ideal değil bir imgelemdir. …

ımmanuel kant

10. Jeremy Bentham (1748–1832)

Bentham, modern faydacılığın kurucusudur. Ona göre mutluluğun ölçütü, en fazla sayıda insan için en fazla haz üretmektir. “En büyük mutluluk ilkesi” (greatest happiness principle), onun etik ve siyaset anlayışının temelini oluşturur. Bu anlayışa göre bir eylemin ahlaki değeri, ürettiği haz ve acının miktarına göre belirlenir. Bu yüzden etik, matematiksel olarak ölçülebilir hâle getirilmelidir.

Bentham, haz ve acıyı niceliksel olarak değerlendirmek için bir “hedonistik hesap” geliştirmiştir. Bu hesapta hazların yoğunluğu, süresi, kesinliği, yakınlığı ve sürekliliği gibi ölçütler dikkate alınır. Bu yaklaşıma göre mutluluk, toplumsal reformlar ve yasalar aracılığıyla en üst düzeye çıkarılabilir. Yani bir yasa, toplumun geneline daha çok haz getiriyorsa, o yasa ahlakidir.

Bentham’a göre tüm insanlar eşittir ve herkesin mutluluğu aynı derecede önemlidir. Dolayısıyla mutluluk yalnızca bireysel değil, toplumsal bir meseledir. Onun felsefesi, günümüz demokrasi, insan hakları, sosyal politika ve hukuk sistemlerine güçlü bir temel sunmuştur. Ahlak, gelenek ya da din temelli değil; sonuç temelli, haz ve acıya göre değerlendirilmelidir.

Yetişkin bir at ya da köpek, ussal kapasitesi ve iletişim yetileri bakımından, bir günlük, bir haftalık, hatta bir aylık bir bebekle kıyaslanamayacak kadar gelişmiştir. Kaldı ki öyle olmadığını farz edelim, bunun ne önemi olurdu? Asıl soru, ‘akıl yürütebiliyorlar mı’ ya da ‘konuşabiliyorlar mı’ değil, “acı çekebiliyorlar mı’ sorusudur(Jeremy Bentham)

11. John Stuart Mill (1806–1873)

Mill, hocası Bentham’ın faydacılık anlayışını geliştirerek nitelikli haz kavramını felsefeye kazandırmıştır. Bentham hazları yalnızca nicel (sayıca çok) olarak değerlendirirken, Mill bu yaklaşımın eksik olduğunu savunmuştur. Ona göre her haz aynı değerde değildir; bazı hazlar daha yüksek, bazıları daha düşüktür. Örneğin entelektüel hazlar (bilgi edinmek, sanatla ilgilenmek, erdemli olmak) bedensel hazlardan daha değerlidir.

Mill’in mutluluk anlayışı, “nitelik” kavramına dayanır. “Bir insan memnun bir domuz olmaktansa, mutsuz bir Sokrates olmayı tercih eder” sözü, bu ayrımı açıkça gösterir. Mutluluğun yalnızca çoğunluk tarafından hissedilen zevk değil, insan onuruna ve aklına uygun şekilde yaşamak olduğunu savunur.

Ayrıca Mill, birey özgürlüğünün mutluluk için vazgeçilmez olduğunu düşünür. Her birey, başkalarına zarar vermediği sürece dilediği gibi yaşamalıdır. Bu özgürlük, kişinin potansiyelini gerçekleştirmesinin ve yüksek nitelikli hazlara ulaşmasının ön koşuludur. Mill’in mutluluk felsefesi, etik olduğu kadar siyasal liberalizmin de temel taşlarından biridir.

12. Friedrich Nietzsche (1844–1900)

Nietzsche, geleneksel mutluluk anlayışlarına radikal bir eleştiri getirir. Ona göre mutluluk, sürü psikolojisine boyun eğmekle değil, bireyin kendi değerlerini yaratması ve kendisini aşmasıyla mümkündür. Bu nedenle mutluluk, edilgin bir haz durumu değil; yaratıcı bir yaşam onayıdır. Nietzsche’nin amor fati (yazgıyı sevmek) anlayışı, yaşamın tüm yönlerini –acıları, başarısızlıkları ve trajedileriyle birlikte– kabul etmek ve onları onaylamak anlamına gelir.

Nietzsche’ye göre çoğu ahlak öğretisi, zayıfların güçlüler üzerinde kurduğu bir tahakküm aracıdır. Bu ahlak sistemleri, bireyleri bastırır ve sahte bir mutluluk anlayışı sunar. Oysa gerçek mutluluk, kendi gücünü ortaya koymak ve “güç istencini” gerçekleştirmekle elde edilir. Bu doğrultuda Nietzsche’nin en önemli kavramlarından biri Übermensch (üstinsan)’tır. Üstinsan, kendi değerlerini yaratmış, geleneksel ahlakı aşmış ve yaşamı tüm karmaşıklığıyla kucaklayan kişidir.

Nietzsche’nin mutluluk anlayışı, pasif bir “iyi olma hâli” değil, aktif bir varoluş mücadelesidir. Acının ve çabanın da mutluluğun ayrılmaz parçaları olduğunu savunur. Bu yönüyle onun felsefesi, bireysel özgürlük, güç ve yaratıcılığa dayalı modern varoluşsal mutluluk anlayışına öncülük etmiştir.

'Evet, biliyorum nereden geldiğimi

Daim aç bir alev gibi

Yakıp tüketirim kendimi

Işığa döner anladığım herşey

Geride bıraktığım ne varsa kül

Ateş benmişim demek ki'